Bilgisayar mühendisliği eğitiminde son 15 yılda çok hızlı değişim oldu. Yaklaşık 15 yıl kadar önce hayatımıza girmeye başlayan internetin etkisi ile her geçen gün içerik kaybeden ve sığlaşan bir eğitim sistemimiz oluyor. Bu problemin yansımalarından birisi de sınavlarda görülüyor.
Genel olarak bilgisayar mühendisliği dersleri, iki kısımdan oluşur, birincisi bilmeyi ikincisi ise bildiğini nasıl kullanacağını bilmeyi gerektirir. İlk kısım, nazari eğitimle, teorik derslerde edinilir. Ancak bir bilgisayar mühendisi bu bilgiyi uygulayabilecek seviyede olmalıdır. Genelde bizim için uygulamak da kodlamak anlamına gelmelidir.
Örneğin derleyici tasarımı dersini alan bir öğrencinin, bir derleyiciyi kodlayabilmesini beklemek gayet yerindedir. Şayet çeşitli imkansızlıklar yüzünden kodlayamıyorsa bile en azından kodlama işlemleri sırasında karşılaşacağı bütün problemleri bir şekilde çözebilecek seviyede olmalıdır. Benzer şekilde, veri tabanı dersi alan bir öğrenci, bir veri tabanını oturup sıfırdan kodlayabilmeli, işletim sistemleri dersini alan öğrenci bir işletim sistemini yazabilmelidir. Ağ programlama (network) dersi alan bir öğrencinin yeni bir protokol yazabilmesi veya aktif cihazların, sunucuların (örneğin web sunucusu, email sunucusu, proxy sunucusu gibi) kodlarını yazabilmesi gayet beklendik bir durumdur.
Her nedense öğrencilerde, sadece kullanmayı bilmenin yeteceği gibi bir kanaat hızla yayılmakta. Örneğin işletim sistemleri dersi alan bir öğrenci sadece linux kurup, üzerinde bir iki kod yazmayı, işletim sistemini bilmek, ve test şeklinde yapılan bir sınavı geçmeyi de başarı kabul ediyor. Oysaki bu durumun, araba kullanmayı öğrenmeye çalışan bir makine mühendisinden farkı yok. Yani bir makine mühendisi, yetenek olarak arabanın imalatı, tasarımı gibi konularla ilgilenmelidir. Arabayı kullanmak makine mühendisinin değil sürücünün işidir. Benzer şekilde bir evde oturan kişinin inşaatın nasıl yapıldığını bilmesine gerek yoktur, ancak bir inşaatın bütün matematiksel hesaplarından sorumlu bir inşaat mühendisi vardır.
İşte bilgisayar mühendisleri de bilişim dünyasındaki bütün bu yazılımların (ve donanımların) inşa edilmesi, tasarlanması, kodlanması gibi detayları bilmekle sorumludur. Bir bilgisayar mühendisinin, yazılmış bir veri tabanı üzerinde SQL kodu çalıştırarak veri tabanı bildiğini iddia etmesi, bir sürücünün makine mühendisi olduğunu iddia etmesi veya ampül değiştirmeyi bilen birisinin elektrik mühendisi olduğunu iddia etmesi kadar gülünçtür.
Günümüzde ise ne yazık ki bilgisayar mühendisliği eğitimi, gerek yetersiz eğitim kadrosu gerekse isteksiz öğrencilerin artması ile ciddi yara almaktadır. Artan kontenjanlar, yeterli kadrosu bulunmadan açılan bölümler, ve hepsinden önemlisi, üniveristeye sadece diploma almak için uğrayan ve hiçbirşey öğrenmeden mezun olmaya can atan öğrenciler kaliteyi hızla düşürmektedir.
Bizzat şahit olduğum bir durum, İstanbuldaki bir üniversite, akademik kadrosunda, tek bir bilgisayar mühendisi bulundurmadan, farklı disiplinlerdeki kişiler ile bilgisayar mühendisliği bölümü açmış, öğrenci almış ve mezun etmiştir. Bu duruma YÖK nasıl izin verir ve bu derslerin içeriği nasıl denetlenir, öğrenciler mezun olduktan sonra ne biliyordur sorularını ise sormak bile istemiyorum.
Elbette her disiplinde farklı disiplinlerden insanlara ihtiyaç var, örneğin bilgisayar mühendisliği bölümünde, matematik, istatistik, elektronik mühendisi, makine mühendisi gibi kişiler pek ala çalışabilir ve çalışmalıdır da. Bu kişilerin disiplinlerinden taşıdıkları bilgilere de ihtiyaç vardır. Ancak koskoca bir disiplini sadece bu şekilde dışarıdan gelen kişiler üzerine inşa etmek ve tek bir bilgisayar mühendisi bulundurmamak, akıl alır iş değil.Örneğin dersi verecek hocası olmadığı için, müfredatında veri yapıları (data structures) gibi temel bir ders bile bulunmayan üniversiteler bulunuyor. Kısaca her bilgisayar mühendisi bilir ki veri yapıları almayan birisi aslında bilgisayar mühendisliği eğitimi almamıştır.
Ne yazık ki yukarıda yaşananların yanında hafif kalmasına karşılık üzücü bir durumda pek çok üniversitenin bilgisayar mühendisliği bölümünün yöneticilerinin farklı alanlardan geliyor olmasıdır. Evet, bilgisayar mühendisliği nispeten yeni bir bölüm olduğu için ilk dönem hocaları, doğal olarak farklı alanlardan geçmişlerdir. Ancak günümüzde yeterli sayıda bilgisayar mühendisliği kökeninden gelen, lsiansını ve doktorasını bu koda yapmış kişiler bulunurken, farklı disiplinden insanların yönetici seviyesinde (anabilim dalı başkanı, bölüm başkanı gibi) bulunması, bu programların özünden uzaklaşmasına ve istenilen içerikte mezun yetiştirememesine sebep olmaktadır.
Ne yazık ki, yukarıdaki şartların tamamı sağlandığı durumlarda bile bilgisayar mühendisliği eğitiminin hala çok ciddi problemleri vardır. En büyük problemlerden birisi, bu konudaki akademisyen sayısının azlığıdır. Örneğin şu anda istanbulda doktora programı bulunan 4-5 devlet ve bir o kadar da vakıf üniversitesi bulunuyor. Bu üniversitelerin yıllık doktora mezun etme kapasitesi senelere göre değişmekle birlikte 20 ile 30 civarındadır. Bu sayının son yıllarda buralara çıktığı, sadece 10 yıl önce devletteki doktora programı olan üniversite sayısının sadece 3, vakıfta ise hiç olmadığını göz önüne alacak olursak, ortalama 10 yılda istanbul piyasasına kazandırılan bilgisayar mühendisi doktor sayısının 100-150 kişi civarında olduğunu hesaplayabiliriz.
Hemen her üniversitede bilgisayar mühendisliği bölümü olduğunu düşünürsek, bu sayı, istanbulda bulunan toplam 44 üniversiteye dağılıyor. Yine çok kaba bir hesapla bölüm başına 3-4 öğretim üyesi ancak düşüyor demektir. Bu durumun eşit dağılmadığı da malum. Yani bazı üniversitelerde 30-40 kişi olduğu düşünülürse, yeni açılan ve öğrenci kontenjanları bile dolmayan üniversitelerde bu bölümlerin açılmasına nasıl izin verildiği sorusu ortaya çıkıyor.
Ayrıca hemen hemen açılan her üniversitede bilgisayar mühendisliği programının bulunması, her isteyenin bu eğitimi alacağı gibi bir ortam oluşturuyor. Neredeyse hiçbir yeteneği olmayan, hiçbir elemeye tabi tutulmayan kişiler çok rahat bir şekilde bilgisayar mühendisliği programlarına yerleşip eğitim alabiliyorlar. Ayrıca hem vakıf hem devlet üniversitelerinin bir kısmında ne yazık ki olan, öğrenciyi memnun etme, öğrenci ile problem yaşamama kaygısından dolayı, neredeyse hiç zorlanmadan mezun olabiliyorlar. Bu durum bilgisayar mühendisliği ile neredeyse hiç alakası olmayan bilgisayar mühendislerinin türemesine sebep oldu. Genelde mezuniyet sonrası farklı işlerle uğraşan (pazarlama, reklam, satış, insan kaynakları, yöneticilik vs. ) bu kişilerin neden ve nasıl bilgisayar mühendisliği programına yerleştirildiği ise tam bir soru işareti.
Peki kalitesiz bilgisayar mühendislerinin ne zararı var diye sorabilirsiniz. Bu sorunun aslında çok üzücü cevapları bulunuyor. Başta ülke ekonomisi zarar görüyor. Sayısız yazılım projesi daha geliştirilme aşamasında veya uygulanmaya başladığından kısa bir süre sonra başarısızlıklar yüzünden çöpe gidiyor. Proje ile birlikte harcanan çok yüksek ücretlerde yitirilmiş oluyor. Her ülke yazılım konusunda milli stratejiler geliştirirken, ülkemizde ne yazık ki hiç bir eğitim stratejisi bulunmaması sonucunda, yerli yazılım sektörü hem imaj kaybetmekte hem de ülke içindeki yazılım ihtiyacını karşılayamadığı için çoğu firma yazılım ithalatına yönelmekte, bu da ikinci bir kayıp olarak ortaya çıkıyor.
Ayrıca yazılım sadece bir kere yazılıp biten bir ürün değil aynı zamanda yaşayan bir varlıktır. Bu yüzden yazılımın ayakta tutulması gelişmelere uygun olarak güncellenmesi, bakımı ve işletilmesi gibi çok sayıdaki basit işler için yabancı firmalara ücretler ödenmesi, Zaten donanım konusunda oldukça kötü olan ülkemizde yeni bir problem olarak ortaya çıkıyor.
Kısacası bir zamanların en gözde bölümü Türkiyedeki bir kısım üniversitelerin ve merkezi otoritelerin yanlış uygulamaları yüzünden artık alarm sinyalleri vermeye başladı.
Çözüm için yapılabilecek şeyleri de bir gün vakit bulursam ayrı bir yazıda yazmayı düşünüyorum.
Hocam tespitleriniz gerçekten çok yerinde. Hani geçmış yıllara oranla ciddi bir kalite sorunu var. Gerek öğrenci profili olsun , gerekse yeni açılan üniversitelerdeki akademik kadro yetersizliği olsun , isteksiz akademisyenler olsun bunlar gerçekten doğru tespitler. Açıkcası endişe duyulmayacak gibi değil.
[…] Kaynak : http://www.bilvs.com/?p=10 […]