Uncategorized

Kadıköy’de Hukuk

thrasymachus2Şimdiki gençler çok tanımaz, hani bir Kadıköy’lü vardı. ‘Hukuk aslında güçlünün çıkarıdır’ demişti ya, hani sonra susmamış devam etmiş ‘hukuksuzluk her anlamda, hukuğa göre güçlü, özgür ve ustaca üstündür’ demişti. Cümlenin sonuna hani eklemişti, ‘hukuksuzluk insan için daha iyidir’ diye.

Herkes birşey yazarken ben de güncel konularla ilgili birşey yazayım dedim Ha kadıköylünün adını merak edenler için söyleyeyim, adı Thrasymachus’tu.

Ha, son bir not, kurallarını bilmediğin oyunu kazanamazsın. Kurallarını bilmeden oyunu kazanmayı ummak ise ancak aptallık olur.

El-Munkiz Mine’d-Dalal (El-Gazzali)

Kitap_2716316Eser Türkçeye ‘Hidayet Rehberi’ olarak çevrilmiş. Özetle, çeşitli ilim ve meşgaleler içerisindeki insanların durumları, bu insanların gittikleri yolların faydalı/zararlı veya doğru/yanlış olması durumu incelenmiştir. Bu inceleme, aslında İmam Gazzali’nin de hayatının çeşitli aşamalarını ve  her ilim için ayırdığı yılları da anlatmıştır.

Örneğin kitabın giriş bölümünde, taklit ile başlayan bu keşfin, daha sonra taklit mertebesinde olan ‘talimiyye’  ve daha sonrasında da filozoflarla sürdüğü anlatılıyor.

Bilgi üzerine inşa için bilginin ne olduğunu anlamak gerekir. Gazzali’ye göre üzerine inşa edilebilecek bilgi ‘yakini bilgi’dir ve bu bilgi kuşkuya yer bırakmayan bilgidir. Kendinden emin olunmayan hiçbir bilgi ve şüphe duyulan hiçbir bilgi ise ‘yakini bilgi’ olamaz.

Bu gerçek bilginin keşfinde ilimlerin (ruh ve inancın olmadığı ilimlerin) reddi için ‘celliyat’ üzerine gidilmektedir (tecelliyat, tecelli kelimeleri de bu kökten gelir ve birşeyin var olması anlamında kullanılır. Örneğin bir bilginin insanda var olması (tecelli etmesi)). Yine Gazzali’ye göre ‘Celliyat’ ise ‘hissiyat’ ve ‘zarurriyat’ kavramlarından oluşmaktadır.

Örneğin 10’ 13’ten daha küçüktür, veya olumluluk ile olumsuzluk aynı şeyde bir araya gelemez, veya birşey hem eksi hem artı olamaz, veya birşey hem zarururi hem muhal olamaz.

Ayrıca kitapta geçen en etkili ve hemen her konuda geçen basit bir örnek, insanların uyku ve uykusundaki rüya halidir. Buna göre, bildiklerine dayanan ve dolayısıyla bildiklerine güvenen bir insanın, aslında bu güveni yersizdir. Örneğin uykudaki rüya gören bir insanın da o anda yaşadıklarının gerçekliğinden hiç şüphe duymamasına benzer bir durumdur denilebilir.

Şu halde bilginin kesinliği şüpheliyse, kesin olmayan bilgi üzerine delil oluşturmak da mümkün olamaz.

Bu gerçek bilgiye ulaşma (yani hidayet) için de şu aşağıdaki tek çözüm yolu anlatılıyor:

‘Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun gönlünü İslam’a açar’ (En’am 6/125)

Bu ayetteki, şerh, yani açmak nedir diye ResulUllah(sav)’e sordular, ‘Yüce Allah’ın kalbe attığı bir ışıktır’ dedi. Göstergesi nedir dediler, ‘Gurur yeri olan dünyaya ilgisiz durmaktır, ebedilik yurduna yönelmektir’ dedi.

 

Yukarıdaki tespitlerin ardından, gerçek bilgiyi, geçeği arayan gruplar incelenmiş. Bu gruplar 4 başlık altında sıralanmış:

Kelamcılar, Batıniler, Felsefeciler, Sufiler.

Ardından bu 4 grup detaylandırılmış. Kelamcıların amacı, ehl-i Sünnet akidesini korumaktır. Ancak zaman içerisinde bu amacından çıkmış ve herşeyin hakikatini aramaya veya açıklamaya girişmişlerdir. Kelam ilminin gerçek ilmi bulmada sakıncalı olması da bu niyetteki kaymadan kaynaklanmaktadır. Cevher ve araz’ı ve bunların hükümlerini araştırmaya koyuldular.

Felsefe ise filozofların durumunu araştırarak eserde anlatılmış.

(burada kişisel notumu eklemek istiyorum, Gazzali’nin kitabında geçen felsefenin aslında bozulmuş felsefe olduğu ve belki de Platon’un son temsilcisi olduğu hakiki felsefeinin Gazzali’e ulaşmadığıdır).

Birinci ekol Dehrilerdir ki bunlar herşeyin öteden beri var olduğunu savunurlar (yaratılışı ve yaratıcıyı inkar ederler) bunlar zındıktır ve gerçek ilme ulaşamazlar.

İkinci ekol tabiatçılardır ve herşeyi doğadakilere göre izah etme hastalığındadırlar. Örneğin bunlara göre ölüm, doğal bir yok oluştur ve doğanın dışında var olan ruh ve ölüm sonrasını göremez ve kabul edemezler.

Üçüncü ekol ilahiyatçılardır. Burada önemli bir not, Aristo’nun felsefesinin ibn-i sina ve el-Farabi kadar iyi nakleden başka bir islam aliminin olmadığıdır. Madem bu insanların bu konuları bu kavrayabilecek nadir insanlardan olduğunu kabul ediyoruz, o halde bu yolda gidenlerin anlayamayacakları şeyleri kabul veya red etmesi nasıl mümkün olur (geri kalan herkesin (veya çok sayıdaki kişinin) ) gerçek anlamda ilahiyat çalışmalarını (gerçek ilahiyat) anlayamayacağını zaten kabul ediyoruz.

 

Felsefe ilminin detayı ise alt ilimler olarak incelenebilir. Bunlardan birincisi riyazattır ki hesap (aritmetik) hendese (geometri) ve heyet (astronomi) gibi alt ilimlere bölünebilir. Bu ilimlerin tamamı, sadece kendi alemlerinde kullanılabilecek oldukça faydalı araçlar bulundurur (formüller, yöntemler, ilkeler vs.) ancak bu araçların farklı alanlara uygulanması hatalı sonuçlar doğurabilir. (yine kişisel notum, örneğin küme teorisi, matematiğin kullandığı oldukça etkili ve matematik aleminde hatasız bir yapıya sahipken, insanların, biyolojik varlıkların veya tıbbi çalışmaların kümelenmesi hiçbir zaman tam başarı getiremez, mutlaka istisnalar ve hatalar olur, öyleyse bu hatalı ve eksik yöntemlerin gerçek ilim olması mümkün değildir).

İkincisi mantık ilmidir, bu ilim ya tasavvur ya da tasdik üzerine kuruludur (Kişisel notum, Gazzali döneminde verification kabul görürken henüz falsification ortaya atılmamıştı). Tasavvur olması halinde onu bilmenin yolu tanımdır, tasdik olması halinde bilmenin yolu ise burhandır (ispat).

Mantık ise yine burhanların (ispat) koyduğu kuralların dini konulara uygulanması gibi hatalar içerir. (kişisel not: Diğer bir deyişle, insanın kısıtlı bilgisi ile koyduğu kurallar, kendi bilgisi dışındaki ilimlere ulaşmak için kullanılırsa bu ilimlere ulaşmada yetersiz kalacak ve hatta komik denecek kadar yetersiz kalacaktır).

Mantık ilimleri yanında, tabiat, ilahiyat, siyaset ve ahlak ilimleri gibi ilimler de kitapta açıklanmış.

Örneğin ahlak ilimlerini red etmek de kabul etmek de tehlikelidir. Mesela her ne kadar ahlak ilimleri ile uğraşanlar, kendi kitaplarına, peygamber sözlerini almış ve bunun üzerine kendi yorumları ile bir sistem inşa etmeye çalışmışlardır. Bu durumda bu ilimlerin inkarı, kökündeki peygamber sözlerini de inkarı getireceği için tehlikeli olacaktır (işin erbabının, bir hacamat çanağında da olsa balı tanıması gibi, gerçek ilim sahipleri bu ilimleri tanır ve sonradan eklenen hatalı ve eksik ilimlerden ayırır).

Öte yandan tamamen kabul etmek de filozofların eklediği hatalı ilimleri de kabulü gerektireceği için yine tehlikelidir.

Yine kitaptaki diğer bir tenkid de ‘masum imam’ın herşeyi bilebileceğine inanan ‘talim mezhebi’ne karşı yapılıyor. Bu mezhebin kendisine ait bir sistemi ve yöntemi dahi olmamasından dolayı, bu mezhebe reddiye yazmayı bile tehlikeli bulan Gazzali, böyle bir niyetin, bu sapık mezhebe yardım edeceğinden bahseder. Çünkü yazılan reddiye bu mezhebe bir sistem kazandırmak anlamına gelir.

 

Bütün bu ilimleri inceledikten sonra, nihayetinde konu, Tasavvuf İlimlerine gelir ve tasavvuf ilimlerinin bilinmesi ile yaşanması arasındaki farkı anlatır. Buna göre tasavvuf çalışılarak, okunarak veya nakledilerek öğrenilemez/öğretilemez. Tek yolu yaşamaktır. Nasıl açlık ve tokluk anlatılamaz ancak yaşanırsa, tasavvuf da böyle bir ‘hal ehli’ olma durumudur.

Hayatının yaklaşık 10 yılını bu ilimleri anlamak için harcayan Gazzali, bu ilim için ‘onların yaşantısı en güzel yaşantıdır. Yolları en doğru yoldur. Ahlakları en temiz ahlaktır’ ifadesini kullanmaktadır.

Ardından sufiliğe (tasavvufa) giriş için ‘kalbin yüce Allah’ın zikrine gark olması’ ve sufiliğin sonunda ise ‘Allah’ta fena bulmak’ olduğunu anlatır (başı zikir sonu fena).

Sonraki bölümde, tasavvuf ve kişinin bu yolda ilerlemesini (tekamülünü) yaşlara göre anlatmaktadır. Bu aşamalardan en önemlisi tasavvufun başında olmayan ancak sonradan edinilen ve burhan ile elde edilemeyen ‘nübüvvet’tir. Bu aşamada göz açılır, bu gözün bir ışığı vardır ve bu ışıkta gayb görülür.

İşte, nübüvvet aşamasındaki halin anlaşılması için uyku örneği verilir. Mesela, insanın hiç bilmediği, geleceğe dair şeylerin uykudayken görülmesi veya bazı kapalı hadiselerin uykudayken açılması bu türden şeylerdir ve birer numunedir.

İşte bu numuneler bazı şeylerin anlaşılması içindir. Tasdik veya red ise anlamakla olur (insan nasıl olur da anlamadığı birşeyi tasdik veya ret edebilir?). O halde gerçek iman (tasdik) ancak tasavvuf yolunda ilerleyerek ve gerçekleri anlayarak olabilir.

Nasıl her ilacın bir ölçüsü varsa ve ancak o ilacın ehli tarafından doğru ölçüde ilaç verilince tesirli bir tedavi oluyorsa, öyle de tasavvufun da ölçüleri vardır. Ve hatta her şeyin ölçüsü vardır (namazların rekat sayıları bile bir ölçüyledir). Tasavvur ehli ise, insanın ihtiyacı olan bu tedavi ve keşfin ölçüsüne göre insanlara verir.

 

Mülksüzler (Dispossessed)

Yazan : Şadi Evren ŞEKER

Ursula K. Le Guin tarafından yazılan Mülksüzler Kitabı ülkemizde Metis tarafından basılmış. Orjinalini aramama rağmen bulamadığım için Türkçesini okudum ve görüşlerim aşağıdaki şekildedir:

180px-Mulksuzler1

 

Mülksüzler (Dispossessed) Ursula K. Leguin

Kitap bilim kurgu havasında geçen ama kurgunun bilime ağır bastığı bir yapıda. Aslında kitapta günümüz için bilim kurgu sayılabilecek tek fikir, kitabın kahramanı olan Shevek tarafından geliştirilen eş zamanlılık ilkesi ki kitabın sonuna kadar ve hatta kitabın sonunda bile bu kuram geliştirilemiyor. İddiaya göre bu kuram sayesinde uzay gemilerinin anında bir yerden bir yere hareketi mümkün olabilecek ancak kitapta bu kuram da gemilerin hareketi de ikinci sırada.

Kitabı ben olsam, sosyal kurgu (veya daha kabul görmüş haliyle sosyal bilim kurgu) olarak sınıflandırırdım.

Bu sınıflandırma ile kitaba bakacak olursak, iki ayrı toplum arasındaki çelişkilere birbirleri açısından eleştiri getiriliyor. Yine kendi terimlerimle ifade edecek olursam, kitapta birisi eğitimli anarşist, diğeri ise ruhsuz kapitalist iki grup arasında seyahat etmiş olan Shevek’in gözünden, seyahat öncesi yaşadığı toplum ve seyahat sonrası geldiği toplum arasında eleştiriler yer alıyor.

Hemen belirtmekte yarar var, kitabın yazarı da tarafsız sayılmaz. Aslında tarafsızlığın da bir tarafı vardır ilkesi ile yola çıkarsak, yazarın, kendi görüş ve düşüncesine göre kitabın şekillendiğini söylmek yanlış olmaz.

Örneğin iki toplum da dünyevileştirilmiş ve dinden uzaklaştırılmış olarak kurgulanmmıştır. Mesela kitabın 20. sayfasında

“siz ibadet evlerinin dışında dinlere izin vermiyorsunuz, tıpkı yasalar dışında herhangi bir ahlaka izin vermediğiniz gibi. Biliyor musunuz bunu hiç anlamamıştım, bütün o Urras kitaplarını okuduktan sonra bile.”

işin aslı, yukarıdaki paragraf dışında kitapta din adına neredeyse hiçbir kurgu bulunmamakta.

Öte yandan yazarın merkezi otoriteye karşı gibi bir duruşu olsa da, kitabın ilerleyen sayfalarında oldukça merkeziyetçi ve otoriter bir görüşü olduğunu görüyoruz.

syf. 87 “bir beyni olmayan sinir sistemi olamazdı”, bu görüş kitaptaki iki toplum için de hakim görüş. Yani anarşik bir sistemin içerisinde bile merkezi planlama ofisleri, bu ofislerin köhneleşmesinin ne kadar tehlikeli olduğu işlenmiş. işlenmiş işlenmesine de bunu anlatabilmek uğruna, toplumdaki otoriteye karşı kurgu yıkılmış.

Yine kitapta kurgulanan ve Odocu ahlak olarak gösterilen ahlak (ki aslında bence oldukça utilitarian (faydacı) bir ahlaktır kendisi) ağzı ile de bazı eleştiriler yöneltiliyor: syf 122 “Nerede mülkiyet varsa orada hırsızlık olduğunu söyleyen Odo değil miydi? Bir hırsız yaratmak için bir sahip yaratın, suç yaratmak istiyorsanız yasalar koyun ‘toplumsal organizma'”

Oldukça anarşist bakış açısı ancak ahlakın kökeni kesinlikle faydacı ahlaka dayanıyor (ne yazık ki)

Yine kitaptaki özgürlük ve anarşi kavramlarına olan eleştiri, tamamen bu duygularla yaşadıklarını iddia eden topluma yapılıyor:

“Tomar’ın tanımları: Hükümet, İktidarı elde tutmak ve güçlendirmek için gücün yasal kullanımı. Yasal’ın yerine geleneksel koy, işte sana Sabul, Eğitim sendikası ve ÜDE”

Buradaki eleştiri, tamamen özgür ve anarşik yaşayışın içerisinde bile merkezi sistemin ne kadar olası ve ne kadar engellenemez olduğunadır (kısaca Sabul uzun yıllardır insan yetiştiren ve saygınlığı olan bir bilim adamı, eğitim sendikası kimin ders vereceğini hangi dersi ve kime vereceğin ibelirleyen yapının adı, yani kısacası hem kişi hem kurumsal olarak merkezilik)

Sistemdeki bu bunalıma gelen eleştiri ise : syf 146 “insanlar, işleri yürütmek ile insanları yönetmek arasında çok dikkatli bir ayrım yapıyorlardı o zaman” ifadesinde yatıyor.

Kitabın özünün özü ise 256. sayfadaki manifestoda yatıyor. “bizi bir araya getiren şey, acı çekmemiz. Sevgi değil. Sevgi akla boyun eğmez”… ” Devrimi yapamazsınız, devrim olabilirsiniz ancak devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir”.

şeklinde başlayıp biten kısım.

Sonuçta kitap etkileyici ve okunmasında yarar var. Ancak günümüzdeki yazılmış diğer sosyal bilim kurgu kitapları ve çevrilmiş filimleri göz önüne alacak olursak, aslında kitapta yeni çok da birşey yok diyebilirim. Kitapta bulunan sosyal kurguların tamamı günümüzde farklı filimler veya kitaplarda zaten işlenmiş ve eleştirilerin hepsi ve daha fazlası defalarca yapılmış durumda. Belki sosyal kurgulara ve sosyal eleştirilere giriş için doğru bir kitap olabilir. Şayet bu tür ile ilgilenenler varsa ve henüz yolun başındalarsa şiddetle tavsiye ederim. Ama bu arkadaşlara tavsiyem kendilerini hemen ilk okudukları ütopyaya veya ilk sosyal kurguya teslim etmesinler, ilerledikçe görülecek ve şaşıracak daha çok şey olduğunu unutmasınlar.

Hakim ile Genç

Yazan : Şadi Evren ŞEKER

Bugün, Dr. Mehmet Lütfi Arslan tarafından yazılmış olan “Hakim ile Genç” isimli kitap hakkında yazmak istiyorum.

Hakim_ile_Genç

Çağımızın yaralarına ‘Hekim’ olacak Hakim’in sözleri oldukça sade ve basit anlatılmış, kitabın girişinde önce tezatlar ile doğru yolun sağ ve soluna gel-gitler yaşanıyor.

Örneğin her seferinin mukim olması, dün kadar yakın olan ama dün kadar ulaşılmaz bir zamanın tarifi, aslında yolun bir düş oluşu ve bu yolda her defasında aldatmak her defasında aldanmak, sadakati sınamak ve sınanmak gibi çok sayıda gel gitten sonra başlıyor keyfiyetin keyfine.

işlenen bazı maddeler aşağıdaki gibi sıralanabilir

1. Şekil ve öz ikilemi arasında özün (keyfiyetin) önemi

2. Gözlerin iki taraflı birer duyu olduğu ve hem gören hem erdiren olması. Çağımızda ise keyfiyetini yitirerek sadece görmeye yaraması. Tedavisi için güzele bakmak.

3. Her insanın biricik oluşu ve hikmete giden bu biricikliğin keşfi için göze, dile ve mideye sahip çıkmanın önemi

4. Dolu kaba kimse birşey koyamaz, sürekli bir açlık içerisinde olmak gerekir.

5. Okumak hayata geliş maksadımızdır, okuyarak hakikatin farklı yüzleri yok olur ve sadece O’nun hakikati kalır, işte okumak sadece O’nun hakikatini okuyabilmektir.

6. Yusuf ve kuyu metaforu ile herkesin düştüğü kuyu ve kiminin bu kuyuda yer edişi, kiminin çıkış gayreti kimine ise uzanan bir yardım eli anlatılıyor. Kuyuya düşmeden Mısıra hükümdar olmak, Mısırın hükümdarlığının da bir kuyu olduğunu sorgulanıyor.

7. Salihlerle birlikte olmanın önemi, gönlün liman olmasının ancak bu şekildeki insanlarla beraberlikten geçtiği ve bu hikmet yolunda aslında herkesin kendine göre bir yol çizdiği (yine bir ikilem, aslında kitabın başından sonuna kadar bu ikilemler, okuyucuyu hiç bırakmıyor) Yine kitabın ilerleyen kısımlarında bu hususta, “Zaman vardır zamanlardan seçilmiş, mekan vardır mekanlardan seçilmiş, insan vardır insanlardan seçilmiş” vurgusu da bulunmakta.

8. Kitabın kapağına konu olan okyanusun kenarındaki bir evde akvaryuma hapis bir balığın daramı ve hasretin gerçek tarifi: Hasret suyun suya duyduğu ve birbirine kavuştuklarında hiç ayrılamaz oluşudur.

9. “Hakikat mevzubahis olunca kelimeler açılamaay değil stretmeye yarar”(bunu söyleyen kişinin ikilemi)

10. Dallarını toprağa daldırıp her dalan daldan bir ağaca kök olan banyan ağacı

11. Göklere uzanan bir kule ile Rableri ile boy ölmçeye kalkışan babil kavimlerinin bir anda birbirinin diline yabancı olması, hak diline yabancı olması ve hepimizin içinde yükselen babil kulesi

12. Sevgi ve her sevginin,insanın içerisine iki tohum atması, birinin Hakk’a uzanan diğeri cehenneme uzanan bu tohumların büyümesi.

13. Hiçbirşeyin tesadüf olmadığı gibi birbirine yazılmış olanlar ve bu yazıdaki sırrı keşif. Kimlerle beraber olduğumuz ve bu kimlerin kime hangi mana ile yazıldığı.

Kitabın sonunda da mezil denilenin bir aldatma olduğu, hiçbir menzilin yol kesmeyeceği ve menzile ulaşmanın ancak doygunlukla olacağı (bkz. 4. madde) uyarısı yapılıyor.

Ayrıca tasavvufa dair çok sayıda eğitici ve güzel bilgi de içeriyor. Örneğin ikindi vaktinin zeval vakti oluşur ve gündüzün seheri oluşu, kötülüğün kendimize zarar vermesinin nefisten, başkasına zarar vermesinin şeytandan oluşu, kabz rüzgarı ile af dilemenin kapısını, bast rüzgarı ile şükrün kapısını açmanın önemi ve hizmet ve şükürde devamın önemi gibi oldukça muhim konular var.

Yine kitabın maksadını sanki kitaptaki şu dua çok güzel anlatıyor : “Ya Rab! Hissedileceği hissetmeden, düşünüleceği düşünmeden terk-i dünya eden bahtsızlardan eyleme bizi!”

Kitabı kim okumalı diye sorulursa, buna da yine kitaptan bir cevapla : “Bulanlar ancak arayanlardır” demek ve bir derdi olan, bir arayışı olana hitap ettiğini yazmakta fayda var.

ЕСЛИ МОЖЕШЬ, ПРОСТИ , Beni affet, edebilirsen…

Beni affet, edebilirsen…

Aşkın sözcükleri geri çevirilmez,
Ama söz verme.
Günahtan önce tövbe et,
Acınası hayatın için, kendin için.

Beni bağışlayabilirsen, üzülme
Yollarımız birbirinden kaçabilir
Kader duymadan yemin et,
Şayet en iyi günler geri dönmezse.
Yapabilrsen, beni affet.

Aklın ötesinde mutluyduk
Hatıralar ve kalp yanar.
Ve bu hatıra da belki
Bizden alınmamış yıllarımız var, alınmamış!

Beni bağışlayabilirsen, üzülme
Yollarımız birbirinden kaçabilir
Kader duymadan yemin et,
Şayet en iyi günler geri dönmezse.
Yapabilrsen, beni affet.

Fısıldadım ‘sevgilim,
terketme ve benimle kal’
Ama ben muhafız subayım
Vatana olan bağlılığımı hatırladım, vatana!

Bir subayın hayatı, göçebedir
Belki yarın, ölümcül bir savaşta
kendine dikkat et, sevgilim
Aniden seninle tekrar karşılaşırsak, seninle!

Beni bağışlayabilirsen, üzülme
Yollarımız birbirinden kaçabilir
Kader duymadan yemin et,
Şayet en iyi günler geri dönmezse.
Yapabilrsen, beni affet.

 

Biz iyi biliriz! Ne kadar bildiğinizi kimse bilmiyor

Sorumuz şu: “bir insan herhangi bir insan, başkasından daha iyi bildiğini iddia edebilir mi?”.

Bilgi bir yolsa şayet, önce geçen, sonra geçenlerin başına gelecekleri bilebilir.

Bilgi üzerinde yürünen bir yol mudur?

Bence hayır. Bunu düşünme sebebim “yol” kavramının doğrusal olmasından. Yani iki nokta arasındaki en kısa mesafe bir doğrudur anlayışı bence “bilgi”ye ulaşırken geçerli değil.

Mesela şunu sorsalar: “Eğitim bir yol mudur?”

Buna evet diyebilirim, eğitim sırasında belirli bir müfredat, belirli aşamalar bulunmakta ve sırasıyla bu yoldan ilerlenmektedir.

Herkes aynı bilgiye farklı yollardan erişebilir.

Peki o zaman kimin neyi ne kadar bildiğini nasıl ölçebiliriz? Öyle ya mesela kiminin yoluna göre ulaşacağı bilgi bir adım önünde, kiminin ise aynı bilgiye ulaşmak için önünde daha fersah fersah yol var. Üstelik herkes farklı yollardan yürüyor. Belki daha önce kimsenin geçmediği bir yolda ilerliyor. Bilgiyi nasıl ölçebiliriz?

Cevap: Ölçemeyiz.

Yapılan bütün sınav ve testler, sizin eğitiminizi ölçer. Ancak bilgiyi ölçemez. Zaten bilginin ne olduğu, nerede olduğu, nasıl olduğu, bulaşıcı olup olmadığı gibi çoğu konuda tartışmalar hala neticelenmiş değil.

Başta da söyledim ya! Aynı bilgiye farklı yollardan ulaşılabilir, işte “bilginin ne olduğu” da bir bilgi ve buna giden de belki sonsuz sayıda yol var ve herkes kendi yolunda yürüyor.

Hiç mi ümit yok?

Var elbette, herkes kendi durduğu noktaya göre, başkalarını değerlendirebilir. Zaten bu biraz da insanın yapısında var, başkalarını değerlendirmek!

Mesela bir ülkenin yönetimi hakkında bilgisi olduğunu iddia eden kişi, en az on farklı yönetim biçimini bir çırpıda sayabiliyor, bu yönetim şekillerinin tarihi denemelerini, yaşanan olumlu/olumsuz tecrübeleri sayabiliyorsa, hiçbir yönetim biçimi sayamayan kişiye göre daha bilgilidir diyebiliriz. Ancak bu bile bizim durduğumuz yere göre bir iddiadır. Belki o hiç sayamayan kişi, tarihte hiç yaşanmamış çok iyi bir yönetim biçimini biliyordur, ismi dahi konmamış bu yönetim biçimini de elinde imkan olsa uygulayabilir, bilemeyiz, sadece “zan” ederiz.

Sayılar ve kelimeler bilgi değildir!

Bir diğer yanlış ise sayıların ve kelimelerin bilgiyi ifade ettiği yanılsamasıdır. Bunun temelinde şu kabul var. Şayet birşeyler biliyorsam, bunları etrafımdan öğrenmişimdir. Öğrenmem için ise sayılar ve kelimelere ihtiyacım var. Hatta öğrendiğim şeyler bana sayılar ve kelimelerle geliyorsa, bütün bilgiler sayılar ve kelimelerle ifade edilebilir.

Bence yanlış.

Öyle bilgiler var ki, ne bir sayı ne bir kelime ifade etmekte yetersiz. Hatta her kelimenin herkese farklı şeyler ifade ettiğini bile söyleyebiliriz. Daha da ileri gidip, her kelimenin, her cümlenin her bünyede farklı açılımlar yaptığını, bünyeye bir kere girdikten sonra ne kadar büyüyebileceğinin, içerideki diğer bilgilerle nasıl reaksiyona gireceğinin tahmin bile edilemeyeceğini söyleyebilirim.

Sanırım çağımızın bir hastalığı ölçmek! Herşeyi ölçen zihniyet, bilgiyi de ölçmek arzusunda.

Bu hastalığın sebebi ise “yönetmek”. Öyle ya “ölçemediğin şeyi yönetemezsin” demişler. Haklılar da. Tabi kendi anladıkları “yönetmek” kavramına göre.

Kafımızın daha net olması için şu kadarını söyleyebilirim ki, ismine “bilgi” denilen şey bu yöneticilerin “bildiği” şey değil.

Not: aslında yazımı yazarken önce kelimelerin anlamı ve nasıl zamanımızda anlam değiştirdiğini detaylıca anlatmış ve “bilgi” kelimesine gelene kadar 7 farklı kelimenin tanımını yapıp farklarını ortaya koymuştum. Ancak bu yazı ile birleştirmeyi doğru bulmadım ve genel kabul gören anlamı üzerinden “bilgi” kelimesini kullanmaya çalıştım. Artık bunlar da başka bir yazının konusu.

Konfiçyus’un bir sözü vardır : “Bir toplumun yönetimini bana verseler, işe dilini düzeltmekten başlarım” der. İşte dilde problem olunca ifadelerde de zorluk yaşanıyor ama anlatmak istediğimin anlaşılacağını düşünüyorum.

 

 

Bize hangi hacker mesaj veriyor?

Yazan : Şadi Evren ŞEKER

Siber güvenlik, çağımızda çok daha önemli bir rol oynamakta. İnsanların duyguları ve inanışları üzerinden bir savaş veriliyor. En son Süriye rejimi ve Esad yanlıları tarafından Outbrain isimli siteye yapılan saldırı bunun en güzel örneği. Sadece birkaç dakikalığına da olsa, CNN, Time veya Washington Post’un sitelerine girenlere bir mesaj okutmaya çalışmak, bu siteye bağlananlara ve bu sitelerin sahiplerine bir mesaj vermeyi hedefliyor.

Merak edenler için de hızlıca bahsedeyim. Outbrain isimli siteye herkes üye olarak yazılarını bırakabiliyor. Bu yazılar, aralarında dünyanın en ünlü yayın kuruluşları da olan çok sayıdaki yayın kuruluşuna açılıyor ve satılıyor. Siz de dünya çapında yazılarınızı satmış oluyorsunuz. İşte bu alt yapıyı kullanan çok sayıdaki web sitesi, outbrain’e yapılan saldırıdan etkilenmiş oldu.

Aynı zamanlarda benzer bir saldırı da Pakistan yanlısı olduğu sanılan bir hacker tarafından MTNL (Mahanagar Telephone Nigam Ltd) isimli Mumbai telekom firmasına yapıldı. Saldırıda telekom firmasının sansürcü yaklaşımını protesto eden  mesajlar bırakıldı.

Diğer bir saldırı yine çok yakın zaman aralığında, pakistanlı bir hacker grubu tarafından BSNL  (Bharat Sanchar Nigam Limited) isimli Hindistan hükümetinin sitesine yapıldı. Saldırıda, siteye girenlerin bilgisayarına tehdit oluşturabilecek yabancı yazılımlar yükleniyordu.

Hindistanlı bir hacker grubu buna cevap olarak Pakistan ordusunun web sitesine saldırdı (saldırıda 72 web sitesinin kullanılamaz hale geldiği biliniyor).

Son bir hafta içerisinde meydana gelen, ve aslında hiçbiri yeni olmayan ve her gün bir yenisi tekrarlanan bütün bu saldırılar tek bir hedefe yönelik. Hedef, düşman olarak görülenleri rahatsız etmek, kullanıcılarına mesaj vermek ve kendi taraftarlarına bir başarı mesajı vermek. Kısaca her tarafa bir mesaj vermek belki bir iki cümlelik bir mesajı okutmak.

Bu mesaj verme operasyonunun çok benzeri zaten sosyal medya üzerinden hergün yasal yollarla yapılıyorken, ne okuduğumuza bu dönemde çok daha fazla dikkat etmemiz gerekiyor. Özellikle siber güvenlik konusundaki önemli saldırılardan birisi de sosyal mühendislik saldırılarıdır.

Staj ve Staj Defteri

Yazan : Şadi Evren ŞEKER

Staj ve Staj Defteri Yaz aylarının sonuna yaklaşır ve yeni dönem başlarken mühendislik öğrencilerinin çoğunun dertlerinden birisi de staj defteri hazırlamak ve yapılan stajın gözden geçirilmesidir. Bu yazıda, staj değerlendirmesi ve staj defterlerinde dikkat edilmesi gereken hususları anlatmaya çalışacağım.

Ne yazık ki hayatınızın en önemli aşaması sadece bir iki ayda geçip gidiyor. Hayatınızın hiçbir aşamasında size hiçbirşey bilmediğiniz halde, bir şirkette gelip çalışma imkanı tanınmayacaktır. Aslında hiçkimseye tanınmaz bu hak.

Genelde her şirketin bir mahremiyeti vardır ve çoğu kapısından bile giremeyeceğiniz şirkete stajyer olarak girmek oldukça güzel bir fırsattır. Kısacası sizi kabul eden firma sizden hiçbirşey beklemez. Hiç bir firma, hiçbir projesini stajyerlere yaptırmak üzere almaz, böyle bir risk altına girmez. Sorumluluğu olmayan, çok fazla şey bilmeniz gerekmeyen staj çalışmanızın iki temel amacı vardır.

1. Tanımak

2. Tanınmak

Stajın amaçlarından birisi, mezuniyet sonrasında çalışacağınız ortamlar hakkında fikir sahibi olmanızdır. Mesela büyük ve kurumsal, herkesin iş tanımının yapıldığı, herkesin yedeğinin olduğu bir firmada mı çalışmak iyidir? Küçük ama çalışanlarına daha çok sorumluluk yüklenen bir firmada mı çalışmak daha iyidir? İkisinin de avantaj / dezavantajları vardır hatta kişiden kişiye göre bile değişir. Mezuniyetinize bir iki yıl gibi kısa bir süre varken bunu yaşıyarak görmeniz için staj size bir imkan sağlar. Mümkünse her yaz ayını staj yaparak geçirin. Yaptığınız en kötü staj bile hiçbirşey yapmamaktan iyidir. Her girdiğiniz ortam, her tanıştığınız kişi sizin hayatınızı etkileyecek kararlar vermenizde kullanacağınız en önemli bilgi kaynaklarıdır. Stajın ikinci amacı da tanınmaktır.

Gerçekten de staj yaptığı yerlerden daha sonra iş teklifi alan azımsanmayacak kadar çok kişi vardır. Sonuçta firmalar, iş ilanı verip yeni tanıdıkları birisini istihdam etmek yerine bir iki ay bile olsa tanıdıkları birisini tercih ederler.

Evet CV ve eğitim ve ünvanlar elbetteki işe alımda önemlidir ama CV’de yazmayan, bir kişinin ekip içerisinde nasıl çalışacağı, oturup kalkması konuşması ve hatta psikolojik bozukluklarının olup olmadığı bile bir sürprizdir. Bunun yerine bir iki ay beraber yemek yediği sohbet ettiği birisini almak çoğu yöneticinin daha az risk aldığı bir tercihtir.

Çoğu staj yapan kişiden duyarsınız, “X yerinde staj yapıyorum, sadece fotokopi çekiyorum, sadece kahve yapıyorum, hiçbir işe yaramadı staj vs. “ Buna benzer sözler aslında kişinin beceriksizliğinin, asosyalliğinin birer ifadesidir.

En basitinden, sizin 10 yıl, 20 yıl sonra geleceğiniz yerlere gelmiş kişilerle beraber aynı ortamda vakit geçiriyorsunuz. Bu insanlardan birisini ikisini çevirip sohbet etmemeniz, hayat hikayelerini dinlememiş olmanız, neler çektiklerini, nasıl problemleri olduğunu merak etmiyor olmanız sizin kaybınızdır. Çünkü çok büyük ihtimalle benzeri pekçok şey sizin veya arkadaşlarınızın da başına gelecektir.

Her Türk mühendis adayı gibi, muhtemelen siz de günü gününe doldurulması gereken staj defterinizi son güne bırakmış, dönem açılmadan hemen önce de yazacak şey bulma sıkıntısı yaşıyorsunuzdur. Akla ilk gelen ile başlayalım.

Öncelikle staj defterlerinde kesinlikle daha önceden yazılmış hazır bilgileri kullanmayın. Hele sağda solda dolaşan daha önceki staj defterlerinden kopyalama yapmaya kesinlikle gitmeyin. Yaşanan meşhur bir olay vardır. Hocalardan birisi o dönem staj defterlerini kotnrol etmek ve not vermekle görevlendirilir. Okuma sırasında oldukça güzel hazırlanmış bir staj defterinin bir iki satırını okuduktan sonra hızla sayfaları çevirmeye başlar ve şaşkınlık içerisinde yıllar önce kendisinin hazırladığı defterin aynısının, bir öğrenci tarafından kendisine teslim edildiğini görür.

Unutmayın, henüz 2-3 yıllık bir öğrenci olarak, onlarca yıldır bu işlerle uğraşan hocaları kandırmak hiç kolay olmadığı gibi, kandırmayı başarsanız bile sonunda aldattığınız aslına keninizsiniz.

Peki staj veya staj defteri bu kadar önemli mi? Sadece geçmek için hazırlamak yeterli olmaz mı? Diye soranlara da şöyle cevap vereyim.

Sizin yaptığınız herşey, zaman çizgisinde bir iz bırakır. Girdiğiniz her sınav, söylediğiniz her söz, okuduğunuz her satır belki on yıl sonra hatırlamayacağınız çoktan unutulmuş ve önemsiz birer ayrıntı olacaktır.

Evet kimse size üniversitenin birinci sınıfındaki bilgisayar dersinin ikinci vizesinden kaç aldığınızı sormayacak. Anack unutmayın ki hepimiz bu çoktan unuttuğumuz ufak ayrıntıların sonucuyuz. Çoğumuz ilk okuldaki ilk sınavımızdan kaç aldığımızı hatırlamayız bile ama aslında bugün bizim diğer insanlardan bir farkımız varsa (iyi veya kötü anlamda) o günlerden başlayan bir fark olduğunu unutmamak gerekir.

Stajın temel iki amacı olduğundan bahsetmiştim.Staj defteri de aynen bu amaçlar üzerine kuruludur. Bir firmayı ne kadar tanıdığınızı, ne öğrendiğinizi samimi bir şekilde yazın. Hatta yazdığınız bu staj defterini internetten yayınlayın. Emin olun çok iyi hazırlanmış, yerinde ve olumlu eleştiriler içeren, dışarıdan bir göz olarak bir firmayı gözlemlemiş birisinin yorumları herkes için faydalıdır ve kendiniz dışında çok kişiye faydanız olur. İkinci amacınız olan tanınmak için de staj defteri oldukça önemlidir. Sonuçta staj defterinizi, staj yaptığınız kurumda onaylatacaksınız. Aslında o kuruma sizin verdiğiniz bir sınav kağıdı hükmündedir bu defter. Firmadaki bir çalışana, neler yaptığınızı, firmaya neler kattığınızı veya katabileceğinizi gösteren bir belgedir. Bu açıdan çok iyi hazırlanmış bir staj defteri, oldukça başarısız bir staj döneminden sonra bile etkisini hep saklı tutar.

Kısacası staj defterlerinin önemli özelliklerinden birisi, defteri yazarken herşeyi yeniden yaşamanız ve gözden geçirmeniz, eleştirel açıdan ele almanız açısından önemlidir. Ayrıca staj yaptığınız firmayı her zaman için bu staj defteri ile etkileme imkanınız vardır.

Hiçbir yerde yazmayan, üniversite/bölüm tercihindeki kritik noktalar

Üniversite tercihlerinde söylenmeyenler.

17 yıldır üniversitenin çeşitli seviyelerinde bulunuyorum. Çok sayıda ders aldım, ders verdim. Toplamda 10 farklı üniversitede çalıştım. Çok çeşitli öğrenci profilleri ile konuşma, tanışma imkanım oldu. Sonunda üniversite tercihleri sırasında öğrencilere hiç söylenmeyen gerçekleri yazmaya karar verdim. Benim bölümüm bilgisayar mühendisliği ve buna göre yazacağım ancak siz farklı bölümler için bu yazıyı belki yorumlayabilirsiniz.

  1. Üniversite tercihinizi gelecekteki çevrenizi oluşturmak için yapın. Üniversitelerde verilen içeriklerin hepsi aslında sonradan veya farklı yerlerden öğrenilebilecek bilgilerdir. İşte, çok sayıda uzaktan eğitim fakültesi açıldı ve bir şekilde bilgi, internetten verilen derslerle öğrencilere aktarılıyor. Bir üniversiteye gitmenin birinci avantajı, beraber ders aldığınız, beraber proje yaptığınız arkadaşlarınızın, gelecekte sizin en büyük destek ekibiniz olmasıdır. Aynı alanda bu insanlarla çalışacak ve başınız sıkıştığında belki ilk arayacağınız insanlar bu gruptan çıkacak. Kimsenin kimseyi tanımadığı, veya mezunlarının farklı alanlara kaydığı bir bölüm / üniversite seçimi yerine size ömür boyu destek olacak arkadaşlarınızı edineceğiniz tercih yapmanız en önemli faktörlerden birisidir.
  2. Üniversite tercihinizi yapmadan önce, mutlaka mezuniyet sonrasını ve hatta mezun olduktan 20 yıl sonra nerede olmak istediğinizi gözden geçirin. Evet henüz lise çağındaki bir öğrencinin 25-30 yıllık bir plan yapması imkansızdır ama kendinizi biraz olsun tanıdıysanız, memur mu? masa başı bir iş mi? Heyecan ve riski yüksek bir iş mi? İstediğinize karar verebilirsiniz. Hiçbirşey yapamıyorsanız en basitinden insan ilişkileriniz nasıl? Arkadaşlarınız ile ilişkileriniz nasıl? Bunları gözden geçirin. Çok girişken birisi iseniz ona göre bir meslek, içine kapalı bir yapınız varsa ona göre bir meslek seçin. Unutmayın ki, yanlış tercih herşeyin sonu değil. Örneğin mezuniyet sonrası tamamen farklı bir alanda ikinci üniversite okumanız, veya yüksek lisans yapmanız her zaman mümkün ancak kaybınız geçen zaman olacaktır. Sonuçta her üniversite eğitimi bir şekilde maddi bir yük getirir ancak daha önemlisi kaybettiğiniz zamandır. Para bir şekilde çalışılıp yerine geri konulabilir ama hayatınızın, gençliğinizin en güzel zamanları bir daha geri gelmeyecek, o yüzden bu zamanı çileli ve sıkıntılı geçirmek veya hayatınız boyu kullanacağınız bilgiler edindiğiniz ve başarı kazandıkça mutlu olduğunuz bir sürece dönüştürmek sizin elinizde. Sonuçta ilginiz, merakınız olmayan bir alanda başarı kazanmanız çok zor.
  3. Mutlaka bir farkınız olsun. Herkes gibi olan zarardadır. Mesela bilgisayar mühendisliği okuyan öğrenciler için 3 temel fark göze çarpar. Birincisi çok başarılı ve yüksek notla mezun olmaktır ki akademik olarak yüksek lisans veya iş mülakatlarında önünüzü açar. İkincisi okurken çalışmaktır ki genelde iş mülakatlarında önemli bir artıdır ve hem ne yapacağınıza daha iyi karar vermenizi sağlar hem de ilerideki çevrenizin yavaş yavaş oluşmasını sağlar. Üçüncüsü ise bazı teknolojilerde uzmanlaşmaktır. Örneğin çeşitli firmaların sertifika imtihanları oluyor, bunların bazıları gerçekten gereksiz ama bazıları size iş garantisi sunacak kadar zor ve değerli. İşte mezun olmadan önce mutlaka bu üç özellikten birisini edinin. Peki bunların tercih ile ne alakası var derseniz, tercihleriniz sırasında iş bulmanın kolay olduğu bir şehir seçmek veya derslerinize yoğunlaşabileceğiniz bir üniversite seçmek sizin elinizde. Yeni mezunların çoğu “5 yıl tecrübeli” eleman ilanlarından şikayet ederler. “herkes tecrübeli eleman arıyor, yeni mezun nasıl iş bulsun” derler. Bu bir açıdan doğrudur ama siz karşınızdakine (iş veren) birşey veremezseniz karşınızdaki de size iş vermez. Tam da bu sebepten, mezun olana kadar mutlaka birilerine bir “faydanız dokunacak hale” gelin.
  4. Seçeceğiniz üniversitenin ders içeriğine mutlaka bakın. Burada çok önemli iki unsur var. Birincisi uygulama (laboratuar) saatlerinin fazla olmasına dikkat etmenizi tavsiye ederim. Çünkü teorik dersler adı üstünde teoriktir ve benim gördüğüm kadarıyla öğrenciler dersi geçene kadar çalışır sonra final imtihanının akşamında henüz bilgisayar bilimlerinde bile bulunmamış bir teknoloji ile hafızalarını silerler. Oysaki uygulamalar kalıcı olur ve size uzun vadede fayda sağlayacak çoğu şeyi uygulama derslerinde öğrenirsiniz. Aynı eğitimi veren ve 4 sene boyunca 3-4 ders dışında uygulama yapmayan üniversiteler dışında hemen hemen bütün bölüm derslerinde uygulaması olan üniversiteler de bulunmaktadır. Bunu anlamanın bir yolu ders içeriklerine bakmaktır. Örneğin ders kredilerine bakın, mesela 3+0+2 gibi bir kredi ifadesi, 3 saat teorik 0 saat uygulama 2 saat laboratuvar anlamındadır. Yani ilk sayıdan sonraki sayılar ne kadar fazlaysa o kadar iyi demektir. Diğer bir anlama yolu ise bölümdeki asistan sayısıdır. Bir bölümde ne kadar çok ders asistanı varsa o kadar iyidir. Örneğin asistan sayısının hoca sayısından az olduğu bölümler hatta sadece 1 veya 2 asistan olan bölümlerde uygulama derslerinin az olduğunu anlayabilirsiniz. Normali, hoca sayısı kadar ders asistanı bulunmasıdır. (özellikle ders asistanı diyorum çünkü araştırma asistanları uygulamaya gelmez laboratuvarda araştırma yapar ve bu asistanları belki hiç görmezsiniz)

İkinci önemli unsur ise, size okutulacak derslerin diğer üniversiteler ile farklarıdır. Bazı üniversite / bölümlerde bazı çok önemli dersleri verecek hoca olmadığı için bu dersleri açmak yerine gayet gereksiz derslerin zorunlu olarak okutulduğu oluyor. Böyle bir sürprizi belki mezun olup bir işe girdiğinizde ancak anlıyorsunuz. Başınıza gelmemesi için ya bu meslekteki tecrübeli birisinden ders listesini (müfredat, curriculum olarak da geçer) incelemesini rica edin veya diğer üniversitelerin ders listesi ile karşılaştırıp fazla / eksik dersleri çıkarıp bu derslerin ne kadar önemli olduğunu araştırın ve buna göre karar verin. Örneğin bazı üniversiteler hocalarının uzmanlığı itibariyle donanım ağırlıklı eğitim veriyor ve siz bir yazılım firmasında iş hayali kurarak girdiğiniz bölümden (ki Türkiye’deki sektör gerçekleri, yazılım uzmanlarına duyulan ihtiyacın kat ve kat daha fazla olduğu yönündedir) bu konudaki ihtiyacınız olan dersleri hiç almadan mezun olabiliyorsunuz.

5. Mezuniyet sonrasında nerede olmak istediğinizi iyi düşünün ve buna göre üniversite tercih edin demiştim. Peki isteklerinize karar veremiyorsunuz, veya iyi kötü bazı kararlarınız var ama hangi üniversitenin size uygun olduğunu nereden anlayacaksınız? Bunun için üniversite / bölümlerin mezuniyet derneklerini, mezun profillerini iyi araştırın. Hatta çoğu sosyal ağda bu mezunlara ulaşmak mümkün, düşündüğünüz üniversite /bölüm mezunlarını bulup neler yaptıklarını üniversite hakkında ne düşündüklerini sorun, size en iyi bilgiyi verecek kişiler bu mezunlardır.

6. Üniversite/bölüm tercihi yazmamın sebebi bu ikisinin bir arada anlamlı olmasıdır. Mesela çok iyi bir üniversitede, sizin istediğiniz bir bölüm, çok kötü bir üniversitedeki aynı bölümden daha kötü olabilir. Bu yüzden tavsiyem tam olarak bölüm ve üniversiteyi birlikte araştırmanızdır. Üniversiteye bakıp bölüme veya bölüme bakıp üniversiteye karar verilmez.

7. Alacağınız eğitimin kalitesini belirleyen birincil faktör ne kampüs, ne laboratuvar imkanları ne de kütüphanedeki kitap sayısıdır. Birincil faktör sizin eğitiminizi veren öğretim elemanlarıdır. Mutlaka ve mutlaka kaç adet tam zamanlı hoca olduğuna, bu hocaların ders yoğunluklarına, hocaların dengeli dağılıp dağılmadığına (örneğin prof, yrd. doç sayıları arasında uçurum olmamalıdır) dikkat edin.

Yukarıda, şimdiye kadar genelde tercihler sırasında çok söylenmediğini düşündüğüm tecrübelerimi ideal durumları ile verdim. Elbette ideal bir üniversite yok. Size her maddenin neden önemli olduğunu da açıklamaya çalıştım. Bunlara bakarak kendi önceliklerinize göre bir tercih yaparsınız. Yukarıdaki listede olmayan ve tamamen duygusal olarak yazacağım son uyarım ise, lütfen ama lütfen Teknoloji fakülteleri, uzaktan eğitim fakülteleri, açık öğretim fakülteleri gibi fakültelerden mühendislik eğitimi, özellikle de bilgisayar mühendisliği eğitimi almaya çalışmayın. Evet biliyorum, bunlar da YÖK’ün onayladığı, bu ülkenin eğitim kurumları ama YÖK’de hata yapar ve bence mühendisliği böyle sulandırmak bir hatadır, bunun bir parçası olmamanızı kişisel olarak tavsiye ediyorum.

Sosyal Ağ, Güven Ağı değildir

Türkiyeye son yapılan sosyal medya saldırısından sonra, hepimizin daha dikkatli olması gerektiğini düşünüyorum.

Bunun için aşağıda bir liste halinde, sosyal medyada dikkat edilmesi gerekenleri hazırladım.

Belki çoğu bildiğiniz ve dikkat ettiğiniz şeyler ama yine de okumanızda ve haberi olmayan birilerine ulaşır ümidiyle paylaşmanızda yarar var.

“Sosyal Ağ, Güven Ağı değildir!!!”

1. Sosyal meydada gördüğünüz hiçbirşeye inanmayın. Özel laboratuarlarda hazırlanan video ve resimlerin sosyal medyada insanların düşüncelerini etkilemek için dağıtıldığını bilin.

2. Hiçbirşeyi ama hiçbirşeyi araştırmadan paylaşmayın. Sırf duygularınıza tercüman oluyor veya hoşunuza gidiyor diye paylaştığınız birşey aslında kötü niyetli, halkın bir kısmını etki altına alacak yanlış bir haber olabilir.
Paylaştıklarımızdan sorumluyuz ve her kasıtlı habere, özel olarak hoşa gidecek birşeyler eklenerek servis edilmekte.

3. Tanımadığınız kişileri eklemeyin. Sırf güzel bir iki kız resmi var diye, veya inandığınız dinin sembolleri fotoğraf albümünde diye eklediğiniz kişi, aslında bir provakatör olabilir.
Ayrıca sosyal medya hırsızlığı denilen bir saldırı türü de çıktı. Buna göre sizi ekleyen kişi, sizin hayatınızı çalıyor ve bir arkadaşınıza kendisini siz gibi tanıtabiliyor.
Hepsinin yanında sizin hayatınızı, sizin hayatınıza ait bilgileri çalıp kullananlar var. Mesela doğum tarihiniz, bankaların güvenlik soruları arasında, bu tip bilgileri ha hiç girmeyin ya da yanlış girin.
Ama neticede tanımadığınız kişileri eklemeyin, sizin hayatınızı çalıyor olabilir.
Veya hiç hissettirmeden sizin düşüncelerinizi formatlıyor olabilir. Bir insana çok değil her hafta sadece 1 kere “susadım” kelimesinin okutulması ile günlük ortalama su tüketiminin arttırıldığını biliyoruz.
Sosyal medyada eklediğiniz kişiler çok daha organize bir şekilde sizlere hissettirmeden uzun süreye yayılmış mesajları okutturuyor veya bilinç altınıza işliyor olaiblir.
Ekleyeceğiniz kişiler, size arkadaşlık isteği yollayan kişiler ile mutlaka önce mesajlaşın, tanıdığınız kişi olduğundan emin olun.
Bazı kişiler, sosyal medyayı, yeni arkadaşlarla tanışma aracı olarak kullanıyor olabilir ama bu büyük bir hatadır. Sosyal medyada tanıştığınız kişilerle gerçek hayatta tanışma ihtimaliniz yoksa çok büyük ihtimalle sahte bir kişilikle tanışıyorsunuz demektir.

4. Sosyal medyayı iletişim için kullanmamaya çalışın. Alınan çok sayıdaki güvenliğe rağmen, gerek bilgisayarınız gerek cep telefonunuzun virus, trojan, worm gibi saldırılara açık olduğunu, ve hiçbir zaman %100 güvenli olmadığını
bilin. Son günlerde sosyal medya hesaplarının çalınması ve kötü niyetli kişilerin eline geçmesi sonucunda, o güne kadar yazdığınız bütün mesajlarınızın, arkadaş listenizin, kiminle neler konuştuğunuzun, birilerinin eline geçebileceğini bilin.

5. Kendiniz olun. Genelde gerçek hayatta başarısız olan kişilerin veya farklı kişilikleri merak edenlerin, sosyal medyada, aslında olmadıkları bir kişilikte davrandıkları biliniyor. Bu çok yaygın bir bozukluk ve bunu kullanan kötü niyetli kişiler bulunuyor.
Siz sosyal medyanızdaki görüntünüze bakarak değişik gruplara ve üyeliklere davet edip daha sonra kendinizi mutlu hissetmek için takındığınız bu kişiliği istedikleri farklı bir kişiliğe çevirmek, tahmin ettiğinizden çok daha kolay. Ya olduğunuz gibi görünün, ya da göründüğünüz gibi olun. Birkaç kişiye mesaj vermek için, birilerinin hoşuna gitmek için olmadığınız gibi davranmayın.

6. Sosyal medyanın, başta devlet kurumları olmak üzere çok sayıda kişi tarafından izlendiğini, yaptığınız paylaşımların, ileride önünüze çıkabileceğini bilin.

7. Sosyal medyadaki savaş taktiği, şu anda “ilk vuran kazanır” mantığı ile işlemektedir. Size ilk ulaşan, düşüncelerinizi, hislerinizi ve eylemlerinizi etkileyebilir. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, bir kişinin oldukça önemli ve faydalı konuşmasının, karikatürize edilmiş halinin, konuşmadan önce izlenmesi, o konuşmanın mesajının doğru algılanamaması için yeterlidir. Dolayısıyla her ne izlerseniz izleyin, ön yargılardan bağımsız bir şekilde olayları değerlendirmeyi deneyin.

Ayrıca çok sayıdaki kaynaktan derlediğim aşağıdaki tehditleri paylaşmak istiyorum :

1. Kişisel güvenliğiniz için tehdittir. “Ben ve kocam, amerika tatiline çıkıyoruz” şeklindeki bir mesaj evinizin boş olduğunu bütün dünyadaki hırsızlara duyurmak olarak görülebilir.
Veya artık konum bilgisinin paylaşıldığı durumlarda, dünyanın bir ucunda olduğunuzu bütün dünyaya duyurduğunuzun farkında olun.

2. Toplum güvenliği için tehdittir. Yapılan araştırmalar, çoğu yanlış bilginin doğru sanılma hissini arttırdığını göstermiştir.

3. Finansal bilgileriniz için bir açıktır. Hergün onlarca sitede işlem yapıyorsunuz. Güvenlik için sorulan soruların çoğunu sosyal medyada paylaşıyor olmanız, kötü niyetli insanların işini kolaylaştırır. Doğum tarihiniz, aile üyelerinizin isimleri, eğitim ve iş geçmişiniz, e-posta adreslerinizi yayınlayarak riski arttırıyorsunuz. Bu konuda çok sayıda yazı yazılmış durumda. Bir kişinin kişiliğini çalmak için dahi olmaya gerek yoktur.

4. İtibarınız için risktir, herkesin iniş çıkışlı bir hayatı vardır. çocukluk veya gençlik yıllarınızda çekilen bir fotoğraf veya video, sizin ilerideki iş hayatınızdan sosyal yaşamınıza kadar çok şeyi etkileyebilir. Unutmak istediğiniz bir hatıranızın, bütün çevreniz tarafından bilinmesi sizi ileride daha güç psikolojik problemlere sürükleyebilir. İnternette, yeni bir hayata başlamak için etrafına yalvaran onlarca kişinin durumu, ibretlik olarak sunulmakta.

5. Sosyal medyanın bağımlılık yapan bir özelliği olduğu ve bazı kişiliklerde, üretkenliği etkileyici ölçüde vakit kaybına sebep olduğu bilimsel bir gerçektir. 2012 yılında yapılan bir çalışmadan ingiliz firmalarının, sosyal medya kullanımından dolayı, günde 264 milyon dolar kaybı olduğu görülmüştür.

6. Sosyal medyadaki haberlerin polis tarafından takip edilme ve hakkınızda işlem yapılma hakkı olduğunu bilin. Örneğin Alexander Song isimli kişi, uluslar arası basına çıkacak kadar çok kişiyi öldüreceğini yaydıktan sonra polis tarafından tutuklanmış ve sorgulanmıştır. Aslında tek bir silah bulunmamasına karşılık, güvenlik güçleri yalan dahi olsa haberleri izlemek ve toplumun iyiliği için sizin özgürlüğünüzden geçici süreylede olsa alı koymak zorunda kalabilirler. Dolayısıyla şaka bile yapıyor olsanız yazdıklarınızın sonuçlarını iyi hesaplayın.

7. Çalıştığınız işyeri, kurum veya okuduğunuz okulların, sosyal medya ile ilgili şartlarını yönetmeliklerini iyi biliniz. Türkiyede ne yazık ki henüz çok oturmamış olsa da, çoğu uluslar arası kuruluşun sosyal medya ile ilgili kısıtlayıcı şartları bulunur. Örneğin bir katolik okulunda bulunan bir yönetmelik, bir öğrencinin sosyal medya kullanırken, yaptığı bütün eylemlerin (bir mesaj yazmak da dahil) okulun görüşünü yansıtmak zorunda olduğunu yazmaktadır. Bu durumda, kürtaj, eşcinsellik, boşanma, doğum kontrolü gibi konularda, öğrencinin kişisel görüşlerini paylaşması, ve okulun katolik görüşüne aykırı beyanda bulunması, kendisi için disiplin suçu olarak kabul edilebilir.

8. Sosyal medya araştırma şirketlerini kullanan, çok sayıda işe alım kurumu, günümüzde hızla artmaktadır. Bazı sosyal medya araştırma kurumları, işe alınmak istenen adaylar hakkında özel olarak internet üzerinde araştırma yapmakta ve bir rapor halinde yeni kurumuna sunmaktadır. Sosyal medya geçmişi yüzünden, hiç haberi olmadığı halde iş başvurusu geri çevrilen adaylar olmaktadır.

9. Güvenlik ayarlarınızın yüksek olması, gerçekten güvenli olduğunuz anlamına gelmez. Birşeyin görülmesini istemiyorsanız en güvenilir yolu, onu hiç paylaşmamaktır. (Andrew Marovich)

Kaynaklar: http://mashable.com/2012/09/04/students-social-media-warnings/
http://www.businessesgrow.com/tag/search-engines/
http://about-threats.trendmicro.com/ebooks/socialmedia-101/#/1/