Monthly Archives: January 2014

Kadıköy’de Hukuk

thrasymachus2Şimdiki gençler çok tanımaz, hani bir Kadıköy’lü vardı. ‘Hukuk aslında güçlünün çıkarıdır’ demişti ya, hani sonra susmamış devam etmiş ‘hukuksuzluk her anlamda, hukuğa göre güçlü, özgür ve ustaca üstündür’ demişti. Cümlenin sonuna hani eklemişti, ‘hukuksuzluk insan için daha iyidir’ diye.

Herkes birşey yazarken ben de güncel konularla ilgili birşey yazayım dedim Ha kadıköylünün adını merak edenler için söyleyeyim, adı Thrasymachus’tu.

Ha, son bir not, kurallarını bilmediğin oyunu kazanamazsın. Kurallarını bilmeden oyunu kazanmayı ummak ise ancak aptallık olur.

El-Munkiz Mine’d-Dalal (El-Gazzali)

Kitap_2716316Eser Türkçeye ‘Hidayet Rehberi’ olarak çevrilmiş. Özetle, çeşitli ilim ve meşgaleler içerisindeki insanların durumları, bu insanların gittikleri yolların faydalı/zararlı veya doğru/yanlış olması durumu incelenmiştir. Bu inceleme, aslında İmam Gazzali’nin de hayatının çeşitli aşamalarını ve  her ilim için ayırdığı yılları da anlatmıştır.

Örneğin kitabın giriş bölümünde, taklit ile başlayan bu keşfin, daha sonra taklit mertebesinde olan ‘talimiyye’  ve daha sonrasında da filozoflarla sürdüğü anlatılıyor.

Bilgi üzerine inşa için bilginin ne olduğunu anlamak gerekir. Gazzali’ye göre üzerine inşa edilebilecek bilgi ‘yakini bilgi’dir ve bu bilgi kuşkuya yer bırakmayan bilgidir. Kendinden emin olunmayan hiçbir bilgi ve şüphe duyulan hiçbir bilgi ise ‘yakini bilgi’ olamaz.

Bu gerçek bilginin keşfinde ilimlerin (ruh ve inancın olmadığı ilimlerin) reddi için ‘celliyat’ üzerine gidilmektedir (tecelliyat, tecelli kelimeleri de bu kökten gelir ve birşeyin var olması anlamında kullanılır. Örneğin bir bilginin insanda var olması (tecelli etmesi)). Yine Gazzali’ye göre ‘Celliyat’ ise ‘hissiyat’ ve ‘zarurriyat’ kavramlarından oluşmaktadır.

Örneğin 10’ 13’ten daha küçüktür, veya olumluluk ile olumsuzluk aynı şeyde bir araya gelemez, veya birşey hem eksi hem artı olamaz, veya birşey hem zarururi hem muhal olamaz.

Ayrıca kitapta geçen en etkili ve hemen her konuda geçen basit bir örnek, insanların uyku ve uykusundaki rüya halidir. Buna göre, bildiklerine dayanan ve dolayısıyla bildiklerine güvenen bir insanın, aslında bu güveni yersizdir. Örneğin uykudaki rüya gören bir insanın da o anda yaşadıklarının gerçekliğinden hiç şüphe duymamasına benzer bir durumdur denilebilir.

Şu halde bilginin kesinliği şüpheliyse, kesin olmayan bilgi üzerine delil oluşturmak da mümkün olamaz.

Bu gerçek bilgiye ulaşma (yani hidayet) için de şu aşağıdaki tek çözüm yolu anlatılıyor:

‘Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun gönlünü İslam’a açar’ (En’am 6/125)

Bu ayetteki, şerh, yani açmak nedir diye ResulUllah(sav)’e sordular, ‘Yüce Allah’ın kalbe attığı bir ışıktır’ dedi. Göstergesi nedir dediler, ‘Gurur yeri olan dünyaya ilgisiz durmaktır, ebedilik yurduna yönelmektir’ dedi.

 

Yukarıdaki tespitlerin ardından, gerçek bilgiyi, geçeği arayan gruplar incelenmiş. Bu gruplar 4 başlık altında sıralanmış:

Kelamcılar, Batıniler, Felsefeciler, Sufiler.

Ardından bu 4 grup detaylandırılmış. Kelamcıların amacı, ehl-i Sünnet akidesini korumaktır. Ancak zaman içerisinde bu amacından çıkmış ve herşeyin hakikatini aramaya veya açıklamaya girişmişlerdir. Kelam ilminin gerçek ilmi bulmada sakıncalı olması da bu niyetteki kaymadan kaynaklanmaktadır. Cevher ve araz’ı ve bunların hükümlerini araştırmaya koyuldular.

Felsefe ise filozofların durumunu araştırarak eserde anlatılmış.

(burada kişisel notumu eklemek istiyorum, Gazzali’nin kitabında geçen felsefenin aslında bozulmuş felsefe olduğu ve belki de Platon’un son temsilcisi olduğu hakiki felsefeinin Gazzali’e ulaşmadığıdır).

Birinci ekol Dehrilerdir ki bunlar herşeyin öteden beri var olduğunu savunurlar (yaratılışı ve yaratıcıyı inkar ederler) bunlar zındıktır ve gerçek ilme ulaşamazlar.

İkinci ekol tabiatçılardır ve herşeyi doğadakilere göre izah etme hastalığındadırlar. Örneğin bunlara göre ölüm, doğal bir yok oluştur ve doğanın dışında var olan ruh ve ölüm sonrasını göremez ve kabul edemezler.

Üçüncü ekol ilahiyatçılardır. Burada önemli bir not, Aristo’nun felsefesinin ibn-i sina ve el-Farabi kadar iyi nakleden başka bir islam aliminin olmadığıdır. Madem bu insanların bu konuları bu kavrayabilecek nadir insanlardan olduğunu kabul ediyoruz, o halde bu yolda gidenlerin anlayamayacakları şeyleri kabul veya red etmesi nasıl mümkün olur (geri kalan herkesin (veya çok sayıdaki kişinin) ) gerçek anlamda ilahiyat çalışmalarını (gerçek ilahiyat) anlayamayacağını zaten kabul ediyoruz.

 

Felsefe ilminin detayı ise alt ilimler olarak incelenebilir. Bunlardan birincisi riyazattır ki hesap (aritmetik) hendese (geometri) ve heyet (astronomi) gibi alt ilimlere bölünebilir. Bu ilimlerin tamamı, sadece kendi alemlerinde kullanılabilecek oldukça faydalı araçlar bulundurur (formüller, yöntemler, ilkeler vs.) ancak bu araçların farklı alanlara uygulanması hatalı sonuçlar doğurabilir. (yine kişisel notum, örneğin küme teorisi, matematiğin kullandığı oldukça etkili ve matematik aleminde hatasız bir yapıya sahipken, insanların, biyolojik varlıkların veya tıbbi çalışmaların kümelenmesi hiçbir zaman tam başarı getiremez, mutlaka istisnalar ve hatalar olur, öyleyse bu hatalı ve eksik yöntemlerin gerçek ilim olması mümkün değildir).

İkincisi mantık ilmidir, bu ilim ya tasavvur ya da tasdik üzerine kuruludur (Kişisel notum, Gazzali döneminde verification kabul görürken henüz falsification ortaya atılmamıştı). Tasavvur olması halinde onu bilmenin yolu tanımdır, tasdik olması halinde bilmenin yolu ise burhandır (ispat).

Mantık ise yine burhanların (ispat) koyduğu kuralların dini konulara uygulanması gibi hatalar içerir. (kişisel not: Diğer bir deyişle, insanın kısıtlı bilgisi ile koyduğu kurallar, kendi bilgisi dışındaki ilimlere ulaşmak için kullanılırsa bu ilimlere ulaşmada yetersiz kalacak ve hatta komik denecek kadar yetersiz kalacaktır).

Mantık ilimleri yanında, tabiat, ilahiyat, siyaset ve ahlak ilimleri gibi ilimler de kitapta açıklanmış.

Örneğin ahlak ilimlerini red etmek de kabul etmek de tehlikelidir. Mesela her ne kadar ahlak ilimleri ile uğraşanlar, kendi kitaplarına, peygamber sözlerini almış ve bunun üzerine kendi yorumları ile bir sistem inşa etmeye çalışmışlardır. Bu durumda bu ilimlerin inkarı, kökündeki peygamber sözlerini de inkarı getireceği için tehlikeli olacaktır (işin erbabının, bir hacamat çanağında da olsa balı tanıması gibi, gerçek ilim sahipleri bu ilimleri tanır ve sonradan eklenen hatalı ve eksik ilimlerden ayırır).

Öte yandan tamamen kabul etmek de filozofların eklediği hatalı ilimleri de kabulü gerektireceği için yine tehlikelidir.

Yine kitaptaki diğer bir tenkid de ‘masum imam’ın herşeyi bilebileceğine inanan ‘talim mezhebi’ne karşı yapılıyor. Bu mezhebin kendisine ait bir sistemi ve yöntemi dahi olmamasından dolayı, bu mezhebe reddiye yazmayı bile tehlikeli bulan Gazzali, böyle bir niyetin, bu sapık mezhebe yardım edeceğinden bahseder. Çünkü yazılan reddiye bu mezhebe bir sistem kazandırmak anlamına gelir.

 

Bütün bu ilimleri inceledikten sonra, nihayetinde konu, Tasavvuf İlimlerine gelir ve tasavvuf ilimlerinin bilinmesi ile yaşanması arasındaki farkı anlatır. Buna göre tasavvuf çalışılarak, okunarak veya nakledilerek öğrenilemez/öğretilemez. Tek yolu yaşamaktır. Nasıl açlık ve tokluk anlatılamaz ancak yaşanırsa, tasavvuf da böyle bir ‘hal ehli’ olma durumudur.

Hayatının yaklaşık 10 yılını bu ilimleri anlamak için harcayan Gazzali, bu ilim için ‘onların yaşantısı en güzel yaşantıdır. Yolları en doğru yoldur. Ahlakları en temiz ahlaktır’ ifadesini kullanmaktadır.

Ardından sufiliğe (tasavvufa) giriş için ‘kalbin yüce Allah’ın zikrine gark olması’ ve sufiliğin sonunda ise ‘Allah’ta fena bulmak’ olduğunu anlatır (başı zikir sonu fena).

Sonraki bölümde, tasavvuf ve kişinin bu yolda ilerlemesini (tekamülünü) yaşlara göre anlatmaktadır. Bu aşamalardan en önemlisi tasavvufun başında olmayan ancak sonradan edinilen ve burhan ile elde edilemeyen ‘nübüvvet’tir. Bu aşamada göz açılır, bu gözün bir ışığı vardır ve bu ışıkta gayb görülür.

İşte, nübüvvet aşamasındaki halin anlaşılması için uyku örneği verilir. Mesela, insanın hiç bilmediği, geleceğe dair şeylerin uykudayken görülmesi veya bazı kapalı hadiselerin uykudayken açılması bu türden şeylerdir ve birer numunedir.

İşte bu numuneler bazı şeylerin anlaşılması içindir. Tasdik veya red ise anlamakla olur (insan nasıl olur da anlamadığı birşeyi tasdik veya ret edebilir?). O halde gerçek iman (tasdik) ancak tasavvuf yolunda ilerleyerek ve gerçekleri anlayarak olabilir.

Nasıl her ilacın bir ölçüsü varsa ve ancak o ilacın ehli tarafından doğru ölçüde ilaç verilince tesirli bir tedavi oluyorsa, öyle de tasavvufun da ölçüleri vardır. Ve hatta her şeyin ölçüsü vardır (namazların rekat sayıları bile bir ölçüyledir). Tasavvur ehli ise, insanın ihtiyacı olan bu tedavi ve keşfin ölçüsüne göre insanlara verir.